Bir şehir düşünün… Adı bile şiir gibi, ama yaşaması artık tam bir stres testi. İstanbul, yıllardır milyonlarca insanın hayalini süsleyen, kültürüyle, tarihiyle, boğazıyla büyüleyen bir yerdi. Ama son yıllarda bu hayal, giderek içinden çıkılamaz bir karmaşaya dönüştü. Artık sadece iş değil, ruh sağlığı için de bu şehirden kaçmak gerekiyor. Neden mi?
1. Ulaşım değil, tam bir zaman tuzağı
Eskiden saat başı olan trafik artık dakika başı karşımıza çıkıyor. Aracınız varsa, park yeri aramak için dua etmek gerekiyor; yoksa da taksi bulmak imkansız. Toplu taşıma desen, sabır sınavı. Kaldırımda yürümek istersen, ya kaldırım yok ya da bir inşaat alanının içinden geçmek zorundasın. Şehir, hareket etmenin değil, yerinde saymanın başkenti olmuş gibi.
2. Şehir değil, ruhsal gerilim hattı
İstanbul’da hava kadar yoğun olan bir şey varsa, o da gerginlik. İnsanlar sinirli, sabırsız, tahammülsüz. Gülümsemek bile şüpheyle karşılanıyor artık. Sokakta birine “günaydın” demek bile bir risk. Şehir sanki topluca terapiye ihtiyaç duyuyor ama kimsenin duracak vakti yok. Toprağa basmak değil, sadece bir nefes almak bile lüks.
3. Tat yok, tuz yok, keyif yok
Bir zamanlar İstanbul sokak lezzetleriyle, restoranlarıyla övünürdü. Şimdi ise her şey sanki kopyala-yapıştır gibi. En iyi yerde de yesen, en salaş köşede de, fark etmiyor: Ruhsuz ve tatsız. Belki yemeklerdeki lezzeti değil, bizdeki neşeyi kaybettik. Lezzet sadece damakta değil, yaşamın içinde de vardı çünkü.
İstanbul hâlâ güzel mi? Evet, ama artık o güzellik bir kartpostalda kaldı gibi. Gerçek hayattaysa herkes biraz yorgun, biraz bıkkın. Belki de İstanbul’a küsmeden, ona biraz ara vermek gerekiyor. Ya da kendi içimizde yeni bir İstanbul inşa etmek: Daha sakin, daha anlayışlı, daha insanca…