Deprem bölgesi Türkiye’nin gündeminde haklı olarak kentsel dönüşüm hareketi var. Deprem, sel vb. afetlere karşı dirençli binaların yapılması, hatta afetlere dirençli şehirlerin oluşturulması hayati önemde. Konunun öneminden dolaylı seferberlik ilan edilirken, yönetmelikler çıkarılıyor, finansman desteği sağlanıyor, hatta işlerin daha hızlıca sonuçlandırılabilmesi adına Kentsel Dönüşüm Başkanlığı da kurulmuş görülüyor.
Hem inşaatçı hem yüksek mimar kimliğimle yapılanları doğru bulmakla birlikte bir eksikliğe dikkat çekmeyi görev kabul ediyorum. Kentleri, ilçeleri adeta yeniden kurarken bir fırsatı kaçırmamalı, kentlerin kimliğini de oluşturmak üzere harekete geçmeli ve bununla ilgili sınırları belirleyecek bir yönetmeliği çıkarılmalıyız.
Nedir kent kimliği? Biraz o konuyu açalım dilerseniz…
Türkiye’de her yer birbirine benziyor!
Türkiye’de ne yazık ki nereye gitseniz her yer birbirine benziyor. Çarpık yapılaşmalar, sosyal alanların dağıtımı, hatta binalar birbirine benziyor. Şehirler arasında gezdiğinizde, mesela İstanbul’dan Aydın’a gittiğinizde sanki İstanbul’un bir ilçesine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Doğuda da batıda da bu böyle.
Farklı olan yerler yok mu? Var elbette. Mesela Mardin’de eski kent bölümünde tarihi kimlik kendisini gösteriyorken, tarihi yapılar ilgi çekerken yeni kent merkezine gittiğinizde, Türkiye’deki herhangi bir ilçede olduğunuzu düşünebilirsiniz. Yeni kent merkezi de ne yazık ki diğer kentlerden farksız bir şekilde kimliğini korumadan yapılaşma gerçekleşmektedir.
Bodrum beyaz evleri ile farklılaşıyor. Safranbolu evleri yine farklı bir kimlik sergiliyor. Yani Türkiye’de kent kimliği adına güzel örnekler var. Bu neden daha yaygınlaşmasın?
Bunun için şehirleri kimlikleri ile ilgili, eski kimliklerin günümüze yansıması hakkında yönetmelik çıkartılarak mimari sınırların belirlenmesi lazım. Evet şehirlerin gelişme alanları var, gökdelen bölgeleri var, bunlar o kimlik sınırlarının dışında tutulabilir ama kentin genelinin aynı dokuyu yansıtıyor olması lazım. Böylece ülkemizin her şehrinde gezerken farklı bir keyif almalıyız.
İstanbul kimlik sorunu alt ölçekte çözülebilir!
İstanbul geniş bir metropol. Burada kentin mimari kimliğinden önce insanların konforlu yaşaması adına acil çözülmesi gereken sorunlar var. Örneğin eskiden hava kirliliği vardı, şükür ki bu çözüldü. Şimdi de ulaşım ve barınma kalitesi gibi yaşamı olumsuz etkileyen sorunlar mevcut. Kentin bazı yerlerinde yüksek yapılar yapılması gereken yerlere dokunamazsınız. Ama kent genelinde bazı mimari unsurları koruyabilirsiniz.
Bu açıdan Fatih’te başlayan bir uygulamayı yerinde ve anlamlı buluyorum. Nostaljik cumbalı evler belirli kurallara bağlı olarak yapılıyor, kısmen başarılı olduğu da görülüyor, Fatih’te imar izni ona göre veriliyor. Bu husus, ilçenin kimliğinin kısmi de olsa korunmasına vesile oluyor.
50 bin nüfuslu mahalleler bölünmeli
Nüfusun kalabalıklığından dolayı sorunları karmaşıklaşan megakentin kimlik sorunu mahalle ölçeğinde çözülebilir. Megakentte 50-60 bin nüfuslu mahalleler var. Bunlar her biri 5-6 bin nüfuslu alt mahalleler olarak planlanmalı. Bu planlanan mahallelerin bir merkezi olmalı, bu merkezlerde mahallenin dışına çıkmaya gerek bırakmayacak şekilde, yaşayanların günlük ihtiyaçlarını karşılayacağı alanlar oluşturulmalı. Çarşısı, okulu, ibadethane, sağlık tesisi gibi kamu alanları. Osmanlı zamanı böyleydi; köyün bir meydanı olurdu, cami, okul, çarşı bu meydanda konumlanırdı.
İstanbul’da da alt ölçek bazında, mahalle yaşam merkezleri oluşturulması adına yeni bir planlama perspektifine ihtiyaç var.
Gerekirse yol güzergahları değiştirilmeli
Kentsel dönüşüme bu açıdan yaklaşılmalı. Sadece afet güvenli binalar yapmak değil, yapı stoğu baştan aşağı yenilenirken yollar da elden geçirilmeli, gerekirse genişletilme ve güzergahlar değişmeli. Levent, Şişli, Mecidiyeköy tarafında gökdelenler var. Hepsi yola paralel dizilmişler. Maslak’ta herhangi bir sokağa giremezsiniz. Bir sokağa girebilmek için ciddi mesafeler kat etmeniz gerekiyor. Oradaki yoğunluğu azaltmak için yollar yeniden planlanmalı.
Önleyici planlama hizmetini geliştirmeliyiz
Bütünsel bir yaklaşımla mikronun makro ölçekte planlanması gerekmektedir. Yalnız mikrodan makroya gitmeye kalktığınızda deprem güvenli yapılar oluşturursunuz ama bu, günlük hayat konforunu olumlu etkilemenin dışında başka bir şey sağlamaz. Eğer planlamaya bu şekilde yaklaşmazsak; yeni inşa edilmiş bölgelerde dahi 20-30 yıl sonra yine aynı sorunları konuşuyor oluruz.
Onun yerine tıpkı önleyici sağlık hizmetleri gibi, kentlerin gelecekteki sorunlarını şimdiden önleyecek hizmet ve planlama anlayışını geliştirmeli, yol haritasını oluşturacak yönetmelikleri çıkarmayı gündemimize almalıyız. Kent kimliğini yansıtmak adına mevcut iklim koşullarına göre, yerel malzemelerle gerçekleşen yapılaşmaların teşvik edilmesi, iç turizmi de ciddi anlamda hareketlendirir.
Yazımızı sonlandırmadan önce dolaylı olarak konumuzla ilgili önemli bir hususa değinelim. Her bölgenin bir uzmanlık alanı var. Aklınıza birçok uzmanlık alanı geliyor olabilir. Bu uzmanlıkları geliştirerek gelecek nesillere aktaracak bir planlama yapılmalı, sanayi ve eğitim ona göre odaklanmalı. Bu aynı zamanda hem ekonomik anlamda da bir atılım olur, hem de kültürel aktarma yoluyla bazı zanaatler de korunabilir. Örneğin Osmanlı’da gayrimüslimler çok iyi zanaatkardı. Çünkü askerlik zorunluluğu olmadığı için mesleki bilgi ve tecrübelerini babadan oğula, nesilden nesile aktardılar. Çocuk daha işe başladığında yüzyıllık tecrübe ile başlıyordu. Tam da bunun gibi…
Kent kimliğini oluştururken eğitimi, sanayi ve mimariyi bir bütün olarak düşünerek harekete geçmek için daha fazla vakit kaybetmemeli, Türkiye’nin yeni yüzyılında kentler kendine özgü kimliğini tüm dünyaya gösterebilmeli…